252
            
            
              Vezirin birisi haset yaparak sultana der; falan yere bir derviş konmuş,
            
            
              yöre halkı hep onu sever, ona gider, bu işin daha ziyade ileri gitmesi mül-
            
            
              kün zararına sebep olabilir. Hemen tedbir gerek, der.
            
            
              Sultan, Ali er-Ramiteni’yi saltanat divanına çağırır, onlara Harzemşah’ı
            
            
              bırakma emri verir. Ali er-Ramiteni (k.s.) imzalı oturma izni olan belgeyi
            
            
              Sultana gösterince Sultan mahçup olarak şöyle der:
            
            
              
                Gidin, birkaç gün işi-
              
            
            
              
                nizi düşünürüm, durumu incelerim”
              
            
            
              . Daha sonra sultan, casus olarak bazı
            
            
              adamlarını halkın içine, bazılarını da Ali er-Ramiteni’nin (k.s.) içinde bu-
            
            
              lunduğu cemaate gönderdi. Gördükleri su, baraj duvarlarını aşmış halkın
            
            
              gönüllerinde muhabbetten göller, zikirden izler ve bağlılıklar oluşmuş.
            
            
              Sultan hakikati öğrenince haşemesi ile Ali er-Ramiteni’ye gitti. Birlikte
            
            
              eli üzerine biat ettiler. Mülkünde daha güvenilir hale geldi. Saltanatı ve
            
            
              seviyesi daha ziyade yükseldi.
            
            
              Mevlana Celaleddin-i Rumi (k.s.) bu hadiseyi şöyle anlatıyor:
            
            
              
                “Hal,
              
            
            
              
                kâlden üstün olmasaydı Buhara büyükleri Nessac (dokumacı) Ali’ye
              
            
            
              
                köle olmazlardı.”
              
            
            
              Şeyh (k.s.) diyordu: Mürşide tam teslimiyetle, ta işin başında düşünmek
            
            
              ve tedbir almak da lazımdır. Yoksa zamanla değişen hadiselere karşı insan,
            
            
              şaşırır kalır. Resulullah (s.a.v.), çölden gelip devesini serbest bırakarak ve
            
            
              ben ehl-i tevekkülüm, Allah, ne demişse o olur, diyene şöyle buyurdu:
            
            
              
                “Deveni bağla, sonra tevekkül et.”
              
            
            
              46
            
            
              .» ْ
            
            
              ل َّ
            
            
              ك َ
            
            
              وَ
            
            
              ت َ
            
            
              و ا َ
            
            
              ه ْ
            
            
              ل ِ
            
            
              ق ْ
            
            
              ع َ
            
            
              أ«
            
            
              
                İrşad İçin Ülkelerde, Kıtalarda Gezisi
              
            
            
              Şeyh (k.s.) irşadında bir ülkenin, bir ulusun, bir ırkın ve bir kıtanın
            
            
              insanlarıyla yetinmiyordu. Belki çeşitli dillere ve sayılı ülkelere mensup
            
            
              insanların irşad olunmasını hedefliyordu. Hatta çeşitli dinlere mensup
            
            
              insanların ahlak seviyelerinin yükselmesini ve onlara hak inancı, gerçek
            
            
              insanlığı, barış içinde yaşamayı, güven içinde hayatı, dünya ve ahiretin
            
            
              maddi ve manevi mutluluğunu kazandırmak istiyordu.
            
            
              İnsanları cehaletten doğan düşmanlıktan, hasetçiliğe götüren madde se-
            
            
              verlikten, tefrikaya sürükleyen zulümden, hakka tecavüz etmeye iten cim-
            
            
              46 Tirmizî, hadis no 2517
            
            
              KÜLLİYAT-I SUĞRA