Page 88 - Vusta

Basic HTML Version

KÜLLİYAT-I VUSTA
87
Nikâhsız olarak şehvetin dindirilmesi hayvani bir özellik olduğu gibi,
danışma ve düşünceye dayanmayan bir nikâh da geleceğini düşünmeyen,
şerefini korumayan ve olgunluktan yoksun olan bir kimsenin kârıdır.
Rençper ağaçlarına temiz toprağı seçmeli, yoksa her toprakta her
ağaç, belki her bitki biter mi? Bitse bile umulan verimi verir mi? Sağlıklı
ürünü kaldırmak için tarımcıya, ziraatçıya, bu bölümde tecrübe görmüşe
müracaat etmek kuraldır. Kuralın ihlali hüsranla sonuçlanır ve vahamete
götürür.
Veli: Seven, sevilen, yakın, yardımcı, işleri üstlenen kimselere deni-
lir. Ama nikâh babında veli; buluğ çağına kavuşmuş bayanın nikâhını üst-
lenen olgun ve adil insana denilir. Şafii, Maliki ve Hanbelî mezheplerine
göre ergin, dul ve akıllı olsa bile velisiz evlenemez. Çünkü hanım genel
olarak şehvetine mahkûmdur. Ayakkabısının bağına değmeyen bir insanın
dış güzelliğine meftun olabilir. Nikâh yuları elinde olunca meftun olduğu
kimseyle evlenir. Zamanın belli bölümü geçtikten sonra yekdiğerine so-
ğur. Belki düşman olabilir, belki gözünde karayılan hâline gelir, husumet
başlar. Kendileri de aileleri de huzursuzluk dikenliğine girerler.
Ayrıldıkları zaman mutlu bir hayata kavuşmaları genel olarak çok çetin
olur.
Velilere, düşünceye, danışmaya dayalı meydana gelen evlilik elbette
ki daha da kıvamlı ve kalıcıdır, emin ve faydalıdır.
Hele hanım evliliğinde serbest olunca şahitler huzurunda olsa bile ev-
liliğin çoğu gizli olarak meydana gelir. Bu dönemde doğan çocuklar ne
duruma düşebilirler, düşüncelerinize havale edilsin. İşte bu tür nahoş du-
rumları düşünen üç mezhep, hanımları evlilikte serbest bırakmamıştır.
Evlenmesi için mutlaka veli gereklidir. Bu akli delilin yanında nakli dille-
ri de vardır.
Peygamber (s.a.v.) buyurur: “Velisinin izni olmaksızın evlenen her-
hangi bir kadının nikâhı kesinlikle batıldır.”
38
Ve yine buyurur: “Bayan ne
kendisini ve ne de başka bir bayanı everemez.”
39
38 Ebu Davud, 2083; Tirmizi, 1104; İbn-i Mace, 1879; İmam Ahmed, 25381.
39 İbn-i Mace, 1882; Darekutnî, 228; Suyuti, 257.