276
            
            
              18- Diyordu ki; büyük şeyh (Şeyh Ahmed el-Haznevi k.s.) bilvası-
            
            
              ta Hazret’ten, Şeyh Muhammed Ziyauddin (k.s.), o da bilvasıta İmam-ı
            
            
              Şafiî’den (r.a), o da bilvasıta Peygamberimiz’den (s.a.v.), o da bilvasıta
            
            
              Hazret-i Süleyman’dan rivayet etmiş:
            
            
              
                “Dünyayı isteyen kimse, ilmi oku-
              
            
            
              
                sun. Ahireti isteyen kimse ilmi okusun. Ve her ikisini isteyen kimse yine
              
            
            
              
                ilmi okusun. ’’
              
            
            
              19- O kadar ilme ve ulemaya değer verir, saygı gösterirdi ki, insanı hay-
            
            
              rete götürürdü. Evladı olsa bile, âlim dışarıdan meclisine girseydi önünde
            
            
              kıyam eder, derecesine saygı gösterirdi.
            
            
              Halifesi olsaydı, öğrencisi olsaydı bile özel ilminden dolayı özel hizme-
            
            
              tinde çalışmasına rıza göstermezdi. Çünkü âlimdi, ilmin hâmiliydi.
            
            
              20- Fıkıhta son derece maharetli olmakla bir fıkhî mesele için kendile-
            
            
              rine müracaat edilseydi, alimleri ilme ve araştırmaya, avam tabakasını da
            
            
              ilme ve ulemaya değer vermeye götürmek için ulemaya derdi:
            
            
              
                “Şu mesele
              
            
            
              
                için kitapları karıştırın’’
              
            
            
              buldukları zaman kendilerine mesele hakkında
            
            
              ibareyi göstermek için kitabı ellerine verirlerdi. O da göz atıp, inceledikten
            
            
              sonra beraberce hüküm ederlerdi. Bundan ötürü verdikleri fetva, yaptıkları
            
            
              hüküm hep hak ve doğru idi. İtiraza bile mecal kalmazdı. Zira üzerinde
            
            
              icma edilmişe benzer bir fetvaya veyahut hükme kim ne diyebilir? Keşke!
            
            
              Her konuda sorumlulara müracaat edilseydi, selef-i salihinin kabul ettik-
            
            
              leri gibi.
            
            
              21- Tanıtım için bazı alimleri gıyabında över, konuşurdu. Müdafaa eder,
            
            
              savunurdu. Bir gün mahdumu (Allah her iki cihanın mutluluğunu kendile-
            
            
              rine ihsan eylesin) bir alimin ibaresine itirazda bulundu. Hemen
            
            
              
                “O ibare
              
            
            
              
                sahibi alimdir sözü tozu kabul etmez, üzerinde dur, güzel tedkiyk eyle’’
              
            
            
              buyurdu. Yine bazıları, bir alimin hakkında sû-i zan yaptılar, hemen
            
            
              
                “O
              
            
            
              
                alimdir. Tarikatın muhibbidir. Falan büyük şehirde yaşar. Orada kabul
              
            
            
              
                görmüş. Oturduğu yer yüksektir. Hakkında hüsnü zan yapın”
              
            
            
              4
            
            
              buyurdu.
            
            
              22- Diyorlardı ki; tarikatta rabıta çok önemlidir. Belki tarikat adabının
            
            
              birinci derecelerindendir. Zira vesail mekasıddan (araçlar amaçlardan) ile-
            
            
              ridir. Araç olmayınca amaçlara kavuşulur mu? Yağmurla toprakta bitki, gül,
            
            
              sünbül, oluşduğu gibi rabıta ile zikir, fikir, ve fazilet kalbde oluşur. Bu
            
            
              4  Bu iki olayda itiraz oklarına hedef olan ve Şeyh’in (k.s.) müdafaasının lütfuna kavuşan, Muht -
            
            
              rem Hocamız “Hüsnü Geçer” idi. (
            
            
              Ahmet Nabi)
            
            
              KÜLLİYAT-I SUĞRA