201
            
            
              
                Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kıyamet gününe
              
            
            
              
                ve kadere inanmaktır
              
            
            
              dedi. O da
            
            
              
                “doğru söyledin”
              
            
            
              dedi. Şaşkınlığa uğra-
            
            
              dık, hem soruyor hem de tasdik ediyor.
            
            
              İslam nedir? İslam; kelime-i şahadet getirmen, namazı dosdoğru kıl-
            
            
              man, zekâtı vermen, ramazan orucunu tutman ve hacca gitmendir, dedi. O
            
            
              da “doğru söyledin” dedi.
            
            
              İhsan nedir? İhsan; Allah’ı görür gibi ona ibadet etmendir. Çünkü sen
            
            
              onu görmesen bile şüphesiz O seni görür, dedi. O da “doğru söyledin”
            
            
              dedi.
            
            
              Bu hadis-i şerifte üç ana konu vardır. İman, İslam ve ihsandır. İmandan
            
            
              usulu’d-din (akide) âlimleri, İslam’dan fıkıh âlimleri ve ihsandan da ta-
            
            
              savvuf âlimleri konuşmuşlar ve yazmışlar. İhsan, iman ve İslam’a nazaran
            
            
              meyve gibidir. Netice gibidir ve amaç gibidir. Çünkü iman ve İslam’dan
            
            
              (amelden) gaye yüce Allah’ın şanına yakışır bir şekilde ibadet etmektir.
            
            
              İhsan makamı marifeti, sohbeti, muhabbeti, edebi, huzuru ve haşyeti
            
            
              (Allah korkusunu) ister. İşte tasavvufçular (Allah bizi onların bol feyzin-
            
            
              den mahrum eylemesin) bu gibi ana hatları alarak üzerine çalışmışlar. Öy-
            
            
              leyse tasavvuftan konuşan kimse çok olgun, her iki usulü ve fıkhı bilen,
            
            
              kalden ziyade hal sahibi olmalıdır.
            
            
              Bu bilgiler olmaksızın insanların irşadı mümkün olamaz. Çünkü cahil
            
            
              bilgiye, kör yola, zifiri karanlıkta olan aydınlığa götüremezler. Bu bilgi
            
            
              kesbi (çalışmak, dirsek çürütmek) ile veyahut Vehbi (Yüce Allah tarafın-
            
            
              dan bildirip öğretmek) ile olabilir. Çünkü Aliyy-i Havvas, Mahmud-i Şaşi
            
            
              (k.s.) gibi zatların fazla tahsilleri yoktu. Fakat en muğlâk meselelere par-
            
            
              mak basarlardı. Beydavi gibi ağır ibareli kitapların muğlâk yerlerini açık-
            
            
              lamak için âlimlere dönüş noktası olmuşlardı.
            
            
              Tasavvuftan dem vurduğu halde inancında bozukluk mevcut, ameli (işi)
            
            
              şeriat-ı ğarraya uymaz, ahlakı sünnet-i seniyye ile bağdaşmaz kişi sofi de-
            
            
              ğildir, rovidir (tilkidir). Hedefi bir tavuğu yemektir. Bir şekali bulmaktır
            
            
              veyahut dünya çöplüğünde bulunan kirli maddeleri arayıp mideyi doldur-
            
            
              maktır. Dünyaya dayalı sefayı sürmek için sarık bağlamış, cer etmek için
            
            
              cübbeye bürünmüş.
            
            
              İşte böylelere -ne ben ne de siz- aldanmayalım.
            
            
              TASAVVUF